25 Mayıs 2008 Pazar

Lafza-i Celal Zikri

Mürid, namaz kılıyormuş gibi kendini Allah’ın huzurunda hissederek oturmalı ve zikre başlamalıdır. Gözlerini iyice kapattıktan sonra bütün hislerini, kendisini Allah Teala’nın gördüğü ve işittiği düşüncesiyle toplamalıdır. Ardından mürid, çok günahkâr olduğu bilinciyle, o ana kadar Salih amel işleyemediğine ve Allah Teala’yı doğru dürüst zikredemediğine kendini inandırmalıdır.
Bütün arzu ve isteğiyle ALLAH Teala’yı zikredebilmek için gönülden yirmi beş defa “ estağfirullah” demelidir. Bunu söylerken de her seferinde tövbe-i istiğfarın anlamını idrak ederek gönülden dile getirmelidir. Çünkü estağfirullah, “Ey Allahım, beni bağışlamanı istiyorum” demektir.
Sonra sekiz defa Fatiha-i Şerife’yi okuyarak sevaplarını; başta sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) olmak üzere tasavvuf yolunun büyükleri ile Nakşibendî mürşid-i Kamillerinin ruhlarına, adeta bu dünyada son nefesinin veriyormuş, ruhu bedeninden kabzediliyormuş, teneşire konulup yıkanıyormuş, cesedi kefenlenip kabre indiriliyormuş, cesedi kabre gömülmüş de kendisine imanını tazelemek üzere Salih amelleri gelmiş ve bir bir kendisine görünmüş gibi düşünmelidir.
Ardından mürşidinin hayalini düşünmelidir. Sanki onunla diz dize ve göz göze gelmiş, mürşidinin o can dolusu halinden medet dileyerek ve bereketler umarak bir müddet rabıta yapmalıdır. Burada geçen sürenin kendisine haz vermesi önemlidir. Çünkü rabıta, zikir esnasında nasip olacak ilahi feyiz gibi müride çok fayda verir.
Zira mürşid-i kâmil, Allah Teala’yı zikredebilmeye ve zikrin hakkını yerine getirmeye daha ehil bir dostudur. Böylesine bir mürşid-i kâmille manevi olarak beraber olmak, ilahi feyizlerin gelmesine vesile olacak ve ruhani bir hal meydana getirecektir. Hatta onun suretini kalpten düşünmek, ilahi ikramların davet edilmesine sebep bile olabilecektir. Nitekim sevgili Peygamberimiz (s.a.v.),
“Zikir ehli Salih kullarla oturan şaki (rahmet ve bereketten mahrum) olmaz” buyurmuştur.
Mürid bu şekilde rabıtaya devam ettiğinde, Allah Teala’ya tam bir kalp huzuru ile yönelerek, kendi duyacağı şekilde lisanıyla şöyle diyecektir:
“İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Ey Allahım! Maksadım sensin, tek isteğim razı olmandır).”
Ardından dilini damağına yapıştıracak, sağ elinin işaret parmağı ile başparmağını halka yaparak diğer parmaklarını kapatacak; bu arada sağ elinin işaret ve başparmağı ile tuttuğu tesbihini kalbinin üzerine götürecektir. Kalbinin üzerinde “Allah” adının anlamının hissedecek, kalbinin bu ismin vereceği manevi huzurla dopdolu olduğunu düşünecektir. İşte böylece vukuf-i kalbi denilen zikir hali başlamış olacaktır.
Tüm bunlardan sonra mürid, kalbinden “Allah, Allah” diyecek ama dilini hiç hareket ettirmeyecektir. Bu şeklide “lafza-i celal” adı verilen zikir usulünü mürşidi günde kaç defa yapmasını istemişse, o kadar sayıda zikretmeye devam edecektir. Bu dersini yirmi dört saatte bir defa yapacaktır.

“Necmeddin b. Muhammed Emin Kürdi Erbili (k.s.)”
Altın Silsile (Hulasatü’l-Mevahib) Haz. İbrahim TOZLU

Hiç yorum yok: