20 Mayıs 2008 Salı

Bir kula cennet ve cehennemi gezdiriyorlar.

Bir kula cennet ve cehennemi gezdiriyorlar. İlk götürüldüğü yer cehennemdir fakat akıl almaz bir manzarayla karşılaşıyor: Ortada mükellef bir sofra ve her iki yanında açlıktan bir deri bir kemik kalmış, acıyla bağrışan sıra sıra insan. Ve hemen buna neyin yol açtığını farkediyor. Cehennemlik her kişinin eline upuzun kaşıklar bağlanmıştır ve herkes bu kaşıkla önündeki tabaktaki yemeğe uzanmasına rağmen, aldığı yiyeceği ağzına sokmayı başaramamakta, üstüne başına dökmekte ve bir deyişle yemek önünde acından ölmektedir... Bu sefer kulu cennete götürüyorlar. O da nesi? Yine aynı sofra ve aynı uzun kaşıklar. Ama cennetlikleri cehennemliklerden ayırdeden hususiyet çarpıcıdır: Cennetlikler yemeği ellerine bağlı bu uzun kaşıklarla kendi başlarına yiyemeyeceklerini hemen farketmişlerdir ve “bencil” cehennemliklerin tersine, hemen karşılarında duran arkadaşlarını besleyip doyurmakta, tümünün yüzünde müthiş güzellikte bir neşe ve sıhhat olduğu hâlde, şen sohbetler yapmaktadırlar...
Hani hep denir ya, “kıssadan hisse”!.. Bir değil, bin hisse!..
(Hayrettin Soykan)

Hiç yorum yok: